MUSTAFA EŞBAH’IN MEKTUBU
1920 Maraş savaşının, sineması alınacağından ötürü bildiklerimi benden soruyorsunuz.
Bu acı, acı olmakla beraber en yüksek duygularını henüz unutmadığım, bir saygılı günü, sevgili baba ve kardaşımı, bu savaşta gaip etmiş bir kimse sıfatı ile kısaca anlatayım.
İngilizler memleketimizi terk etmiş, Fransızlar gelmişti. Tabii ölmek üzere bulunan bir aslanın başı ucuna konan vahşi kuşlar gibi, biri kalkmış o biri konmuştu. O günlerde, Fransızlar Ulusal(1) varlığımızı her gün hırpalamakta olup bu da bizim onur ve kinimizi artırmakta idi. Artık yaptıkları dayanılmaz bir dereceye geldiği sırada idi ki, şehrin büyüklerini ve bu arada babam Mehmed’i de yakalıyarak Osmaniye’ye gönderdiler.
Orada bir ay kadar mahpus olan babam her nasılsa kurtularak ve aşiretler arasında milli savaş için bazı teşkilat yaptıktan sonra, gizlice Maraş’a geldi. Ve yine eskisi gibi teşkilata başladı. Fransızlar Maraş’ımızı daha ziyade tazyik altına almışlardı. Gice gündüz Fransız devriyeleri sokaklarda dolaşmakda idi ki, yakında patlıyacak ölüm bombasının, barutları kokmağa başladı, hepimiz kendimizi bu ölüme hazırlamış idik.
Tarihini iyice hatırlıyamıyorum. Bir gün Fransız devriyelerinden bir kol sokakları dolaşarak bizim Divanlı(2) –İsmetpaşa- mahallesine gelmişti.
Vakit öğleyi henüz geçmişti ki, Amerikan Kolejleri tarafından bir silah sesi duyuldu. Bu esnada da mezkûr devriyenin Nalbant oğlunun evine cebren girdiklerini, milli teşkilâtın Doğanlı heyeti idaresinin sandık emini olmam dolayısıyla bana haber verdiler. Derhal silahlarımı alarak doğruca Nalbant oğlunun evine koştum. Divarın üzerine çıkarak içerdeki dört Fransıza ateş etmem üzerine, Fransızlar, silahlarını atarak teslim oldular. Bunları mezkûr hanenin bir odasına kilitliyerek, silah seslerine koşan bir delikanlıyı üzerlerine nöbetçi koydum. Bu esnada memleketin her tarafından ateş başlamıştı. Bizim mahallede oturan Ermeniler evlerini terk ederek, mahallede bulunan Alman Eytamhanesine, Bulgurcunun evine, Bahtiyarbaşı ve Kümbet kiliselerine kaçarak bu müstahkem yerlerden Türk ahaliye ateşe başlamışlardı. Bu yerlere Ermenilerle beraber, Fransızlar da sığınmışlardı. Sokaklarda çetelerden mâada kimse kalmamıştı. Bu müsellah Türk çeteleri, Fransız ve Ermenilerin sığınıp ateş ettikleri sağlam ve müstahkem binalara, hemen kazdıkları toprak siperlerden ve evvelce hazırlanan kerpiç divarlar içindeki mazgal deliklerinden ateş ediyorlardı. Doğanlı da ihtiyar ve seksenlik amcam Eşbahzade Hacı Hüseyin Efendinin selamlık ve hânesini, teşkilata tahsis etmiştik. Emirler ve cephane buradan veriliyor idi. İhtiyar amcam lâzım gelen emirleri vermekle beraber evin avlusunda da mütemadiyen yemek pişirterek, civarda ve siperlerde bulunan çetelere yemek tevzi ediyordu.
Bana gelince:
Çetelerin iâşesini temin, silah ve cephane noksanlarını ikmalle beraber kendilerini de kontrola memurdum. Pederim ise muhtelif tahassungahlarda(3) saklanan, Ermeni ve Fransızlara kendi çeteleriyle hücumlarda bulunmakta idi. Harbin 8. günü Kılınç Ali Bey, Efe Hasan, Ahmet Çavuş vesâire bizim kuvvetlerimizi takviye ederek Alman Eytamhanesine saat 10 raddelerinde taarruz ettik. Çeteler bir taraftan sırıklar ucunda yangın paçavraları uzatarak, binayı yakmak isterlerken, diğer taraftan da, hücum borusu çalınarak “Allah, Allah” nidaları gökleri titreterek hücumlar yapıyordu. Bu esnada pederim beni çağırtarak, Tüfekçi Sabit ve Hacı Mahmut oğlu Abdullahı, yanıma alarak Doğanlı Camii minaresine çıkmamızı ve oradaki mazgal deliklerinden, kendilerinin taarruz ettiği Eytamhaneye ateş etmemizi emretti.
Pederimin bu emri üzerine, derhal minareye çıkarak, mazgal deliklerinin içinden, Ermeni ve Fransızların karınca gibi kaynaştığı Eytamhaneye baktım. İçerdeki Fransızlar çantalarını takarak, eytamhanenin cenup kapısından kaçmak teşebbüsünde bulunduklarını ve bunlardan bir kısmının da firarlarını setr için, Kümbet mezarlığındaki çetelere ateş ettiklerini gördüm. Çetelere ateş eden Fransızlara belimdeki kundaklı tabanca ile ateş etmeğe başladım. Fransızların arkası bana ve önleri çetelere doğru olduğu için kurşunumu yiyenlerin arka üstü yere düştüklerini memnuniyetle görüyordum. Ufak mazgal deliğinden münâvebe ile kah arkadaşım Hacı Sabit ve kâhi de ben ateş ediyorduk. Bizim minareden ateş ettiğimizi gören Fransızlar, Amerikan kolejindeki karargahlarına birtakım işaretler vermeğe başladılar. (Harpten sonra Şişman zade Arif Efendiden duyduğuma göre: Bay Arif de Fransızlar tarafından arkadaşlarıyla birlikte orada esir tutulmakta iken, Fransız komutanı, Arif Beyi ve arkadaşlarını çağırarak Doğanlı mahallesini göstererek;
-İşte, şu minareden Alman mektebindeki kuvvetimize Türkler ateş ediyorlar. Sonra Fransızlar ibadetgahımıza taarruz ediyorlar demeyin, dedikten sonra, seri ateşli topa emir vererek Divanlı minaresine mermi yağdırmaya başladı.
Hakikatan bir taraftan, Eytamhanedeki Fransızların şiddetli ateşi diğer yandan kolejden atılan mermiler minareyi sarsmaya ve her tarafını delik deşik etmeğe başladı. Vatanımızı müdafaa kaygusu bize bu tehlikeli vaziyetimizi unutturmuştu. Akşamın yaklaşması ve karanlık çökmesi üzerine burayı terk ederek, diğer vazifelerimizi ifâya koştuk.
Gece her tarafta silah sesleri devam ediyordu. Sabah olunca, Bulgurcu’nun müstahkem hanesindeki düşmanın Nuh Câmiine taarruz ettiğini duyduk. Pederim, maiyetindeki çetelerle, derhal, Bulgurcu’nun hanesine taarruza koştu. Fransızların bir kısmı, Bahtiyar Kilisesi civarında bulunan Kekeç Halil oğlunun evi içerisine kiliseden geçerek dolmuşlardı. Ben ve arkadaşlarım bu eve bitişik diğer bir evden, Halil’in evine girdik ve çardağın altına gizlendik. Fransızlar yukarı katta, biz aşağı katta idik, bizi görmüyorlardı.
Bu esnada ben ve silahsız bir arkadaşım olan Çiftçi Memiş oğlu Ali merdivenden yukarı atıldık, yukardaki iç kapunun önüne diz çöktüm ve silahımı odada bulunan Fransızlara tevcih ettim. Manzara şu şekilde idi.
Tahminen 25-30 Fransız neferi bu büyükçe odaya dolmuştu. Buraya, kiliseye nazır pencereye merdiven dayamak suretile çıkmışlardı. Bir kısmı da henüz çıkıyorlardı. Odanın benim diz çöktüğüm kapu tarafında ise, paravanaya müşâbih, bölmeç tabir edilen, tahta perde olduğundan, ne ben tamamile içeridekileri görebiliyordum, ne de onların benim mevcudiyetimden haberleri vardı. Arkadaşım Ali ise diğer köşeye gizlenerek ve içeride yavaş sesle konuşan Fransızları göstererek birbirimize -işitiyor musun? işaretini veriyorduk. Bu sırada odaya, pencereye dayalı merdivenden girmek isteyen bir Fransız neferi, henüz beline kadar çıkmışken, beni elimde silah ve diz çökmüş vaziyette gördü. Hemen bu nefere ateş ettim, nefer arka üstü yuvarlandı.
Silahımı perdeye çevirerek, perde arkasındaki (içerdeki) Fransızlara alel tahmin ateş etmeğe başladım. 5-6 mermi attıktan sonra içerden ses duyulmaz oldu. Bu sırada aşağıdan hizmetçilerimin yüksek ses ile:
-Mustafa Efendi seni amucen istiyor acele gel, demesi üzerine, derhal avdet ettim. Aşağıdaki arkadaşlarıma da, yukarı çıkıp Fransızları haklamalarını(4) emrettim. Amcamın hanesine gelince, pederimin, Bulgurcunun hanesine taarruza gittiğini işiten amcam Hacı Hüseyin, onu benden sordu. Ve çabuk babanı bul ve gel emrini verdi. Bunun üzerine Bulgurcunun hanesine doğru koştum. Hane civarında, yol üzerine serili yatan zavallı babamın cesedi ile karşılaştım. Meğer zavallı babam düşman içine atılarak, fedakârane döğüşüp birkaç Fransızı tepeledikten sonra, diğer bir sipere atlarken, düşmanın alnına isabet eden hain bir kurşunu ile vefat etmiş.
Düşman içerisinde kalan cesedini kimse dışarı çıkarmaya muvaffak olamayınca muhacir Hasan Çavuş namında(5) cesur ve babamın fedakârlığına meclub(6) bir zat, , cesedi dışarı çıkarmağa muvaffak olmuş. Babamın cesedini alarak evimize getirdik. Evimizde bulunan Müftü Tekerek zade Hacı Mehmet Efendi ve Dede zade Mehmet Efendiler huzuru ile acıklı bir cenaze namazı kıldık. Babamın vefatı, bütün çetelerin ve mahalle halkının kuvve-i maneviyesine tesir etmişti. Cenazesini Doğanlı camii civarındaki yalnız kabir denilen mahalle defnetmeğe götürürken, şarkı şimali tarafında(7) Karagöz değirmeni üstündeki tepede bulunan bir Fransız makinalı tüfengi, bu muhteşem ve vakur cenaze alayına ateşe başladı. Cenazeyi yere bıraktık, her birimiz bir tarafa sığındık. Bu ateşten muhtelif kimseler yaralanmıştı. Ateş altında da güçlükle pederimi defnettik.
Vatanı muhafaza kaygusu bu defa pederimin de feci suretle şehit olması dolayısı ile bende hasıl olan müthiş intikam arzularile birleşerek ve artık ölümü hiçe sayarak, her tarafa saldırmağa başladım. Yirmi iki gün devam eden muharebede bu suretle vazife-i vataniyemi kemal-i şükranla ifâya son derece de gayret ettim. Neticede de güzel yurdumuzu hain düşmandan temamile tahlis ettik. 5.5.935
İmza
Eşbah oğlu
Mustafa Hilmi
İLÂVE
Elyevm, Kümbet Camii İmamı Kodaz zade Ahmet Efendi’den işittiklerim:
-O zaman Teşkilat-ı Milliye Heyet-i İdare reisi olan Ahmet Efendi diyor ki: “Elbistan ve Sivas’tan getirttiğimiz müteaddit, kapaksız, muaddel mavzerleri bizzat kapak geçirterek, ahırlar içinde ve yer altında tamir ettiriyorduk. Harbin üçüncü akşamı, Alman Eytamhanesine doğru, iki zenci Fransız neferi gelmekte idi, Fransızların çehrelerini göremiyorsak da, seslerini duyuyorduk. Çetelere emir verdim derhal kendilerine ateş ettik, meğer bu iki asker, bomba getiriyorlarmış. İkisi de vurularak üzerlerinde 19 adet bomba zuhur etmekle, kuvve-i maddiye ve maneviyemiz pek ziyade arttı.
Ertesi gün, camiin Eytamhaneye nazır ufak penceresine merdiven dayayarak, Eytanhaneyi tarassut ederken, Eytamhanenin yukarısında gezinmekte ve öteye beriye emirler vermekte olan bir Fransız zabiti gördüm.
Derhal maiyetimdeki çetelerden, Tepe başılı Arap Kamile emir vererek merdivene çıkardım, Kamil Fransız zabitini alnından vurmak suretile vazifesini yaptı, tarafımızdan da nakdî mükafatla taltif edildi. Harbin on üçüncü günü Eytamhanedeki Ermeni ve Fransızlar, Kümbet mezaristanına taarruz ettiler. Maiyetimdeki çetelerle müsademeye tutuştuk, birkaç tanesi öldü, pek çoğu da yaralı olarak kaçtılar. Kaçarken de ölen Ermenileri birlikte sürüyerek götürdüler.
O ne heyecanlı günlerdi. Sarhoş bir Fransız zabiti, Ermenileri kamçılıyarak üzerimize taarruza sevk ediyor, biz ise gayr-ı muntazam bir cemmiğafir halinde ve hatta 12 yaşındaki çocuklar da dahil olmak üzere ve tekbir sadaları ile kendilerine hücum ediyorduk. Onların muntazam silahlarına mukabil bizim yalnız yüksek kuvve-i maneviyemiz vardı.
Bizim aynı zamanda Kümbet Camiinin ufak penceresinden kendilerini tarassud edüp ateş ettiğimizi his eden Fransızlar, kolejdeki karargahlarına verdikleri işaret üzerine 20’yi mütecaviz top mermisi atarak camiimizi delik deşik ettiler. Bu harbin tafsilatı her ne kadar uzun ise de, heyecanım daha fazla anlatmama mahal bırakmadığından burada kesiyorum
(Mektubu bugünkü dilimize aktaran: Mehmet Yusuf Özbaş)
(1) Ulusal: Bu mektubun yazıldığı ve Filmin çekildiği 1935 yılında bizler Maraş Ortaokulu son sınıfında idik, dilimize uydurma sözcükler o zamanlarda girmeğe başladı. M.Y.Ö.
(2) Divanlı mahallesinin esas adı Doğanlı’dır. M.Y.Ö.
(3) Tahassungah: Sığınak
(4) Haklamak: Öldürmek
(5) Yenicekale bölgesinide jandarma çavuşluğu yapan bu zat hakkında, kısmet olursa okuyucuya, gelecek sayılarımızda bilgi vereceğiz. M.Y.Ö.
(6) Meclub: Tutkun, meftun.
(7) Şarkı şimali tarafı: Doğu – kuzeyden