İngiliz işgal kuvvetleri Kolonel Max Andriya komutasında 22 Şubat 1919’da Maraş’ı işgal etmiş ve birkaç gün sonra da şehrin ileri gelenlerini toplayarak Türklerin Hristiyan halka karşı yaptığı iddia edilen tecavüzü durdurması yönünde nutuk atmaktadır.
Kimler yoktur ki o toplantıda…
Müftü Tekerekzâde Hacı Mehmet Tevfik…
Müderris Dayızâde Hacı Mehmet Emin…
Müderris İlyas Efendizâde…
Eytam Müdürü Hasan Ra’fet…
Karaküçükzâde Keskin Hacı Mehmet…
Livâ Müderrisi Seyithanzâde Osman…
Müderris Leblebicizâde Hafız Ali…
Emir Abdülcelilzâde Şeyh Ali Sezai…
Ve Mutasarrıf Ata Bey…
Yer Amerikalı misyoner Makalin’in evidir…
“- Maraş’ın içinde, köy ve kasabalarda bulunan Hristiyanlar şimdiye değin Osmanlı Hükümeti ve ahalisi tarafından yapılan tecavüzler sonucu nüfusça ve malca büyük zarar ve hasarlara uğratılmışlardır. Bundan böyle Müslümanlara gereken nasihat ve uyarıda bulununuz” diye sözlerine başlayan komutan ardından tehditleri de sıralar:
“- Herhangi bir Müslümanda emanet mal ve para var ise hemen sahiplerine verilmelidir. Hiçbir kimsenin kişiliği, hakları ve milliyetine karışılmayıp barış içerisinde yaşamaları gereklidir. Bildirime aykırı davranışlar görüldüğünde almış olduğum emir ve yetkiye dayanarak yola getirici cezalar uygulayacak ve gerekirse savaş girişimlerine baş vurmam zorunlu olacaktır.”
Bu tehdide pabuç bırakmayan topluluğun sözcüsü olarak Şeyh Ali Sezai Efendi gür bir ses ile cevap verir:
“- Maraş’ta göze çarpan ne kadar güzel ve iç açıcı konak, paha biçilmez mal, kıymetli bağ-bahçe ve verimli ne kadar arazi varsa Hristiyanların mülküdür. Onlar baskı ve saldırı altında yaşasalardı bu günkü servet ve rahatlığı elde edemeyecekleri gibi harap olmaya yüz tutmuş ahır gibi evlerde oturmaları gerekirdi. Sahip oldukları bunca zenginlik ve mal varlığını gökten Mesih indirmeyip ancak devlet ve milletin hoşgörülü yaklaşımlarından elde etmişlerdir.
Hükümet dairelerinde Hristiyanların başvuru ve işleri öncelik ve ivedilikle görülmektedir. Müslümanlardan çok, rütbe ve nişanlarla ödüllendirilmişlerdir. Devletin emirlerine uymak Hristiyanların da dini inançları gereği iken, devletin iyi davranış ve yardımları ile elde ettikleri bunca nimetleri göz ardı ederek ayaklanma ve saldırılarda bulunmuşlardır.”
Ve devam eder:
“- İşitilen herhangi söz, gözle görülüp değerlendirilen gibi olamaz. Gezip doğruyu görerek yargıya varmak gerekir. Çarşıda bir bölüm dükkanın bir köşesinde Müslüman, diğer köşesinde Hristiyan bir kimse ticaret ve sanat ile uğraştıkları, bazı evlerin alt ve üst katlarında Müslüman ve Hristiyanların oturup rahatça uyum içinde yaşadıkları görülür. İşgal kuvvetlerimizin şehre girişi sırasında Ermenilerin cadde, çarşı ve mahallelerde bir ağızdan “Yaşasın Ermenistan, kahrolsun Osmanlılar ve Türkistan” diye bağırarak Türklere ve mukaddesata sövüp sayarak türlü hakaret ve saldırganlıklar sergileyerek ilerlediklerini görmüş ve tanık olmuşsunuzdur.”
Sözlerinin sonunda ise; yüzde seksen oranında çoğunluğa sahip olan yüce Türk halkının isteğinin kimse ile uğraşmak olmayıp onuru ile sağlanacak barışın sonucunu beklemek olduğunu belirtir.
Ali Sezai Efendinin bu konuşması etkili olur ve İngiliz işgal komutanı yaptırdığı küçük bir iki araştırma sonucu Ermenilerin taşkınlıklarını fark eder ve onlardan yüz çevirir.
Bu tavır değişikliğindeki en etkin unsur ise işgal kuvvetlerinde siyasi temas memuru olarak görev yapan Mısırlı Yüzbaşı Hasan Rıfaî ile Şeyh Ali Sezai Efendi arasında kurulan dostluk bağıdır.
İngilizlerin ardından Fransızlarla da aynı şekilde mücadele eden ve Milli Mücadelenin manevi mimarı olarak kayda geçen Şeyh Ali Sezai Efendi 28 Kasım 1919’da kaleden bayrağın indirilmesi üzerine “bağımsızlığı olmayan milletler Cuma namazı kılamaz” diyerek o günün öğlesinde Türk Bayrağının yeniden kalede dalgalanmasını sağlar. 21 Ocak 1920’de başlayan şehir içi çatışmalarda ise Arslan beyin yanında yer alarak cihadın farziyetini, şehitliğin cennet makamı olduğunu söyleyerek moralleri en üst seviyede tutmaya çaba gösterir.
Şeyh Ali Sezai Efendi 1867 yılında Maraş’ta doğmuş, babasının adı Hacı Ahmed, annesinin adı ise Fatma hatundur.
Oğlu, merhum Halit Kurtaran’ın verdiği bilgiye göre baba tarafından bilinen ilk dedesi Emir Abdülcelil olup şecere ile Hazreti Hüseyin soyundan olduğu belirtilmektedir. Maraş’ın Şekerli mahallesinde doğup büyümüştür. Daha beş yaşında iken babası Hacı Ahmet Efendinin vefatı üzerine kız kardeşi Ayşe ile birlikte öksüz kalmış, annesi ve eniştesinin gözetiminde büyümüştür.
Eniştesi Saraç İbrahim Efendinin bir ara Halep sınırındaki Akbez kasabasına taşınmış olması dolayısıyla kasabadaki Fransız okuluna devam ederek Fransızca öğrenmiştir.
Dini eğitimini ve diğer genel bilgileri ise mahalle okullarındaki o dönemin seçkin hocalarından öğrenmiştir. Klasik medrese tahsilini Kalalı İmam zade Hacı Osman Efendi’den alan Ali Sezai Efendi henüz 17 yaşında iken Kadiri şeyhi Şakir Efendiye intisap eder. 24 yaşında ise ilk icazetini alır.
Maraş’ın Hatuniye mahallesinde bulunan Şakir Efendi’den aldığı Kadiri-Rufai icazeti ile yetinmeyip, 1892 yılında Nakşibendi Şeyhi Darendeli Hacı Mehmet Efendi’den, 1893 yılında Urfa’lı Şeyh Mustafa Efendi halifesinden, 1896 yılında Kalalı İmam zâde Hacı Osman Efendi’den ve 1896 yılında Halep nakibi Mehmet Ebülhüdâ Efendi’den de icazet alır.
Şeyhi Şakir Efendi 1894’de vefat edince onun işareti ile postuna oturmuş ve ders vermeye başlamıştır. Önce şeriat, sonra tarikat ilkesini benimsemiştir. Şeriat bilgisi olmayan bir kimsenin şeyh olamayacağını savunur. Oğlu Halit Kurtaran’ın ifadesi ile; “öyle el öpmekle, çalım satmakla, hüykürmekle şeyh olunmaz” der.
Alaüddevle vakıflarından olan ve Hatuniye mahallesinde yer alan çiftli zaviyesi 1862 yılında zaviyedarının vefatı üzerine bakımsız kalmış ve harabeye dönmüştür. Mahkeme-i Şeri’yece 1894 yılında Şeyh Ali Sezai Efendi bu zaviyeye mütevelli olarak atanır.
İçerisindeki tekke ve bitişiğindeki üç dükkanı onararak ıslah eden Şeyh Ali Sezai Efendi tekkede Rufai zikirleri yaptırmaya, mescit bölümünde ise beş vakit ezan okutup namaz kıldırmaya başlar.
Sultan Reşat tuğralı fermanda “civar köylerdeki ahalinin dini terbiye ve tahsil elde etmelerine ve ahlaklarını güzelleştirmelerine vesile olacağı” belirtilerek “yukarıda adı geçen şahıs bu zaviyenin başına bizzat kendisi geçsin, kusursuz bir şekilde hizmet etsin. Onun tembellik etmesi veya görevini terk etmesi halinde vazife kendisinden alınacak ve başkasına verilecektir. Tarih; 29 Rebiul-Ula 1330 (18 Mart 1912)” denilmektedir.
Padişahın bu fermanı ile tekkedeki zikir ve eğitim çalışmalarını hızlandıran Şeyh Ali Sezai Efendi 1920 yılına kadar geceleri müridleri ile birlikte zikir ayinlerini sürdürmüş, gündüzleri ise yetenekli çocukları özel olarak eğitip yetiştirmeye özen göstermiştir. Bu arada bazı Yahudi aileleri de çocuklarını Şeyh Ali Sezai Efendiye göndererek okuma, yazma ve bilgi öğrenmelerini sağlamışlardır.
Aynı zamanda halk arasındaki anlaşmazlıklara, aileler arasındaki kırgınlıklara da uzlaştırmacı olarak katkıda bulunan tekke, ne hazindir ki 1919’da başlayan işgalin ardından verilen milli mücadele yıllarında içerisindeki zengin kütüphanesi ile birlikte yanmıştır.
Savaş günlerinde iki kez yangın geçiren ve kütüphanesi yanan Şeyh Ali Sezai Efendi’nin kurtarılabilen notlarından milli mücadeleye dair olanı Araştırmacı yazar Serdar Yakar tarafından “Maraş Millî Mücadelesinde Şeyh Ali Sezai Efendi” adıyla yayınlanmıştır. Bir kısmı ise Yaşar Alparslan tarafından muhafaza edilmekte iken 6 Şubat 2023’de yaşanan depremde enkaz altında kalmıştır.
Şeyh Ali Sezai Efendi’nin şahsiyeti ve kişiliği hakkında oğlu merhum Halit Kurtaran’ın kaleme aldığı ve Kurtuluş dergisinin 2002 tarihli nüshasında yayınlanan notlarda Şeyh Ali Sezai Efendi şu cümlelerle anlatılır:
“Güler yüzle herkesin hatırını saymayı ve sormayı boşlamazdı. Aynı zamanda vakarlı ve heybetli bir görünüşü vardı. Geçtiği sokaklarda oturmakta bulunan herkes… Yahudi ve Hristiyanlar bile ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi. Kendisi de her birinin hal ve hatırlarını sorar, iltifat ederdi. Papazların üst düzey görevlilerinden olan Katagos ve Kile pazarları, kilise papazlarını denetlemeye geldiklerinde Tekkeye kendisini ziyarete gelip uzun uzun sohbet ederlerdi. Onlara her türlü izzet ve ikramda bulunurdu.
Konuşma yeteneği üstün düzeyde idi. Net, etkili ve inandırıcı bir niteliğe sahipti. Dinleyicilerini etkileyen bir ses tonuna sahipti. Topluma seslenmekte eşine az rastlanırdı. Milli bayram törenlerine katılır ve kürsüye çıkarak nutuk verirdi. Allah’tan gayrı kimseden pervası ve korkusu yoktu. Bembeyaz olan saç ve sakalının ağarma nedeninin, kamu dertlerini üstlenmekten doğduğunu söylerdi. Kişisel olarak hiçbir şeyi umursamaz ve dert edinmezdi. Allah var… gam yoktu. Hasta yatağında bile ziyarete gelip halini soranlara güler yüzle, Allah’a şükürler olsun diye yanıt verirdi.”
Düşmanın önce Maraş’tan sonra da topyekun Anadolu’dan sökülüp atılması ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan sonra ise Şeyh Ali Sezai Efendiyi gezici öğretmen olarak görmekteyiz. Pazarcık ilçesi köylerindeki çoğunluğu kürt ve alevi nüfusun devlete karşı bağlılık ve itaatlerinin oluşturulmasını sağlamada başarılı çalışmaları olmuştur.
Oğlu Halit Kurtaran aracılığı ile bize ulaşan bir şiirinde Maraşlıya şöyle seslenmektedir:
“Ey Maraş’ın has evladı,
Sevindirdin sen ecdadı.
Fransızların ah-ı feryadı,
Tarihe geçti bu adı.
Sen ders verdin elhak,
O mağrur oldu müstehak.
Ne cesaret yokkan bir hak,
Zümrüt yurda girsin ahmak.
Kalemize çekilsin sancak,
Sükut eder buna ancak,
Gayreti yok birkaç korkak,
Hayır.. bizde yoktur alçak.
Varsa mahkum millete bak,
Yandı çıramız daim yanacak.
Türkün alnı her demde ak,
Ati ile hal pek parlak.
Kahramandır Türk ahfadı,
Cihan duydu hep bu adı.
Alkışlarım bu cihadı,
Çok yaşasın Türk evladı”
Soyadı Kanunu çıktığında zamanın valisi Fahrettin Kiper’in teklifi ile, kurtuluştaki hizmetleri dolayısıyla “Kurtaran” soyadı verilmiştir.